29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kebap, Şalgam, Büyük Saat, Küçük Saat, Ceyhan, Seyhan...

Başlıktan anladınızzz, Adana'dayım bir aydır. Evet, 1 ay, hattta biraz daha fazla. Şu ana kadar buradaki temel olayımız yemek yemek ve yemek, hakikaten çok güzel burada herşey :)) Ben sürüden ayrılan koyun misali kendimce gezdim tozdum, çok fotoğrafım yok henüz, bir haftasonu daha geçirip uzuuun uzuun yazacağım Adanayı.
Elbistan'dan sonra ilaç gibi geldiğini söyleyebilirim şimdilik.
İyi geldi gelmesine de evimden, sevdiklerimden uzakta olmak zor...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Elbistan'dan Masallar...

Sonra devam edecektim Elbistan gezilerini anlatmaya ya, epeyce bir sonra olmuş :)
Ne yapalım, iş, güç.
Eveett, kalktık bir pazar sabahı, düştük yollara. İstikamet dağlar, haziran ayında kar göreceğiz. Bizden önce gidenler olmuş, dağcılar zirve yapmış dönüyorlar bile. Biz normal araçla girilemeyecek yollarda, rehberimizin(gerçek rehber değil tabi ki :) ) 4X4 üyle tıngır mıngır gidiyoruz.

Yolda çadırlarda saçları kınalı teyzelere, hayvan otlatıp yorulmuş amcalara, güneşle kavrulmuş çocuklara el sallayıp hal hatır sorup geçiyoruz.
Böyle şehirli turist modunda çok yükseklere çıkmamız mümkün olmasa da, kar aşağılarda da var hala. Poşetlere kar dolduruyoruz, lazım olacak, pekmeze karıştırıp yerken ve rakı içerken :)

Dönüşte kalabalık çadırlardan birine uğruyoruz, belediye başkanı, dağcılık klubü başkanı ve bir kaç kişi daha var, bulduğumuz yere oturuyoruz. İkramlar iyi geliyor, yayık ayranı ve pekmezli kar. Teyzelerim benden modern, bakraçtaki yayık ayranını tek kullanımlık plastik bardaklarda sunuyorlar bize. Dinleniyoruz, etraftaki koyuna ineğe ata köpeğe bulaşıyoruz, tavuk kovalıyoruz ve tekrar düşüyoruz yollara...


Acıktık tabi bu arada, bizim narin bünyeler de çarpıldı dağ havasından, sersem sepelek bir hal aldık. Nurhak köyünde bir amcam evimsi bir restoranda sütte tavuk yapıyormuş, eksik kalmayalım. Bu arada Elbistan'da dondurma(hakiki Maraş) ve gavurdağı hariç yediğimiz hiçbir şey olağanüstü güzel değil, gayet normal, ama ekip herşeye "aman allahım mükemmel" tadında yaklaşınca ben de bozuntuya vermeyip, "evet evet mutlaka yiyelim sütte tavuk" diyorum, başka seçenek yok.
Giderken rehberimiz bize restoran sahibinin kangal tutkusundan bahsediyor. Kırsal alanda köpek olmazsa olmaz tabi, hele kangal olursa tadından yenmez.(çok hayvansever gibi konuştum, çok severim köpekleri de, uzaktan, koca kangal gelsin patisini koysun bakalım dizime, bayılırım vallahi :D)
Varınca ilk iş köpeklere bakmak oluyor, ben uzaktan, kimisi yakından :) Çok güzeller gerçekten; bu arada fotoğraftakiler daha küçük, yetişkin boyutuna ulaşmamışlar!
Tek katlı bir ev düşünün, girişinde genişçe bir balkon, balkondaki masalardan birine oturuyoruz. Rakılar geliyor hemen, eh boşuna almadık o karları dağdan :) Salata ve leblebiyle başlıyoruz yudumlamaya. Derken geliyor yemeğimiz, tahminimce biraz haşlanmış tavuk, fırında süt-un karışımıyla üzerine domates biber konulup pişiriliyor, çıkarmaya yakın bir kaç dilim ince peynir ekleniyor ve yemeğimiz hazır. Güzel bir yemek, yumuşacık tavuk eti. Bir daha gittiğinde mutlaka uğrar yer misin derseniz: hayır. Ben evde yapabilirim kendisini :))
Dağda bayırda yürüdük yorulmuştuk, ee şimdi dinlendiğimize göre son durak "göz". Su kaynağı adı üstünde, göz, göze vs ne ad verirseniz. Etraf yeşilllik, kaynaktan fışkıran buz gibi su ve en sevdiğim çiçekler: papatyayla gelincik... Yanımda sevgilim olsa, koştur etrafta oyun yap, çiçek topla, taç yap :)) Buranın sözle anlatılacak bir yanı yok, olay tamamen görsel.
2. gezi turumuz da başarıyla tamamlanıyor. Hepimiz temiz hava bol gıdadan çarpılmış vaziyetteyiz dönüş yolunda.
Elbistan hikayeleri burada bitiyor. Artık başka şehirlerde buluşacağız...


PS//Bu gelinciklere de bayıldım, çektiğim fotonun güzelliği için kendime de kocamannn bi aferin dedim :))