12 Şubat 2013 Salı

Yaşasın Yemek Yemek

İnsan olmanın güzelliklerinden biri de doğadaki envayi çeşit bitki ve hayvandan yapılan misss gibi yemekleri yiyebilmek değil mi :)) Hmm hatta en güzeli bile olabilir. Pazar, market gezmeyi, tarladan domates ağaçtan elma toplamayı, yenek yapmayı ve hepsini yemeyi kendine iş edinen ben, iftiharla sunuyorum...

Şimdiii, Sirkeci'de sağlı sollu kebapçıların esnaf lokantalarının olduğu Hocapaşa Sokak'ı, o taraflara yolu düşen biliyordur mutlaka. Hatta on numara cağ kebabı yapan bir amcamız var ama konumuz o değil. Bilenler cevaplasın soruyu: nasıl bir yemek yemeyi beklersiniz o civarda?

İyi bir döner, simit, turist işi kötü pide kebap, esnaf lokantasında mercimek çorbası ve haşlama. Bu anlattıklarımdan yola çıkarak aklınıza gelen masa sandalye vitrin sunumu ekleyin üstüne. Standart buyken, dışarıdan baktığınızda birbirinin aynısı gibi görünen mekanlardan birinde michelin yıldızına oynayan bir şefin elinden çıkmış, benzeri ancak butik restoranlarda ya da otel mutfaklarında görülebilecek şekilde sunulan, ben lezzetliyim diye bağıran deniz ürünlerini, eti, tatlıyı yiyebileceğinizi söylesem? Hahaha çok komik değil mi?

Gerçek. Evet gerçek. Can Oba Restaurant. Hocapaşa sokağa girin, caminin tam karşısındaki köşede gördüğünüz Can Oba yazısının önünde durun. Buyrun davetini geri çevirmeyin. Masanıza gelen menüyü hiç açmadan, Can Bey'in neleri var bugün diyin. Tamam, bitti. Şefe bırakın gerisini =))

İlk kez, haftaiçi öğlen yemeğinde tanıdım Can Bey'i. Hikayesini buradan okuyabilirsiniz, ben kendi gördüğümü anlatayım. Sizi kendi evine yemeğe gitmişsiniz gibi nezaketle ağırlayan, yemek sunumları arasında sizinle tatlı tatlı sohbet eden, o filmlerde gördüğümüz burnu düşse almayacak Fransız şeflerle alakası olmayan bir şef. Yemekler her biri özenle seçilmiş malzemelerle-İran pirincinin hikayesini yemek yemeye gidince sorun :)-, siparişinizi verdikten sonra taze taze hazırlanıyor. Hazır bir menü yok, şefin mutfağında o gün neler var ise... Sade, şık sunum. Tabağı gördüğünüzdeki ilk mutluluk, yemeği yemeye başlayınca geometrik artıyor.

İlk gidişimde, balık çorbası, ciğer ve çilekli köpük çikolata vardı menüde. Şimdi balık çorbası dedim ya. Normalde yediklerimiz ile alakası yok. Deniz mahsüllü çorba bence o :) Başlı başına yemek, hani öyle yemeğin altına içilen cinsten değil. Ciğerin kendisi çok ayarında pişmiş, yanındaki garnitürler yakışmış. Çilek+çikolata yorumsuz :) Tabi bir öğle tatiline bu kadarı sığdı ama, haftasonu gelene kadar aklım ve beynim orada kaldı...

Cumartesi öğleden sonra gittik ve neler var dedik Can Bey'e. Bana bırakın dedi. Öncelikle karnıbahar çorbası... Ne iğrenç değil mi, kendim hayatta yapmam, annem yapsa yemem, net. Yedim :) Size de öneririm. Aslında karnıbahar kötü bir sebze değilmiş. Sonrasında falafel. Hadi burada biraz ukalalık yapayım, ben memlekette hiç falafel yemedim sayın okuyucu. Sadece Fransa ve Belçka'da yedim. Belçika sayılmaz da, Paris'te Yahudilerin yoğun olduğu Le Marais'te denedim bu Ortadoğu yemeğini. Bana ağır ve yağlı gelmişti hep. Ama içine ıvır zıvır doldurulmadan, üzerinde yoğurtla: olmuş. Üzerine lazanya ve ravyoli. Bu anlattığım yemeklerin her birinin tamamen el yapımı olduğunu söylemem gerekir mi? Ana yemeğimiz ise Vietnam usulü fıstık soslu tavuk. Yanında İran pirincinden yapılmış pilav ve kızarmış muz ile. Son olarak daaaa, yine şefin ellerinden çıkan kuru üzümlü dondurma. Dondurmanın sunuma hazırlanması ayrı bir ritüel ;) Yemekleri yerken bir taraftan da, aa bu ne, hmm içinde xxx var galiba, eee peki bu nasıl bu renk olmuş diyorsunuz. Demeye devam edin, şef hiç bir bilgiyi paylaşmıyor...



Her bir duyunun hissettiği farklıdır ya. O hissedilenleri yazıya dökmek zor. Belki beklenmedik bir yerde böyle bir mucizeyle karşılaşmak, o tezat durum, alınan keyfi katlıyor. Bilemedim. Ama Can Bey'e de söyledim, ben o yemekleri şöyle kıyıda köşede kalmış eski küçük bir dükkanda, bembeyaz örtülü masalarda, içinde taze mevsim çiçeklerinin olduğu vazolarla süslü bir ortamda yemek isterim. Ve en büyük eksikliklerden biri de şarap bence. Naçizane, bu tarz bir mutfağa, dünyanın en ünlü pahalı şarapları ya da standart market şarapları değil, yerli butik üreticilerin her bir şişesi ayrı nitelikteki şaraplarının yakışacağını düşünüyorum ;)

Bu kadar anlattım, e peki fiyat diyeceksiniz. Net bir rakam söylemek olmaz fiks bir menü olmadığından. Şu kadarını söyleyebilirim, kişi başı fiyat, Nişantaşı ya da Bebek'teki bilinen mekanlarda standart bir yemek ve içecek fiyatına eşit.

#lezzetdurakları