27 Aralık 2012 Perşembe

Ev

Girer girmez ac karnina eline bir kadeh şarap alip koltuguna yayilip sigara icebildigin,
Anne dirdiri olmadan ciplak ayak dolanabildigin,
Aman birilerini uyandirir miyim tedirginligi yasamadan sabahin ilk isigiyla uyanip gun dogumunu izleyebildigin,
Istedigin sarkiyi dinleyip istedigin filmi seyredebildigin,
Her birinin anlami olan yalnizca sana ait esyalarla doldurdugun
Yerdir.
Yalniz yasamak guzeldir.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kolay

Herseyi toplayip bir bavula koyuyorum. Sonra kafam rahat.
Hayat bir bavula sigiyor.

6 Aralık 2012 Perşembe

Sabah

"Erkenden kalkıp ilk iş pencereyi açıyorsun yaz kış demeden, sabah güneşi vuruyor yüzüne. Yüz yıkanıyor, dişler fırçalanıyor. Sonra pıtır pıtır işe hazırlanma... Biliyorum, ses çıkarmamak, uyandırmamak için terlik giymiyorsun, ama çıplak ayaklarının parkede çıkardığı sesi... Duymuyorsun kendi telaşından. Vakit varsa, hazırlanmaya başlamadan önce ocağa konulmuş ve müthiş bir zamanlamayla kahvaltıya yetişmiş bir yumurta, bir dilim peynir, cherry domates ve pek tabi nutellalı ekmek. Yanında portakal suyu istersin; yoksa başka bir meyve suyu da idare eder. Normalde çayı sevsen, kahveye bayılsan da kahvaltının yanında koskoca kupaya doldurduğun çayını hep yarım bırakırsın, kahve asla içmezsin. Oldu ya, çok yorgunsun önceki akşamdan, birazcık geç kaldın. Corn flakes. O "fit" olanlardan değil, çocuk versiyonundan, çikolatalı. Gözlerim hala kapalı, senden uzakta, yatakta son bir 3 dk daha geçirmemin kariyerim üzerindeki etkisini sorgularken aklımdan geçiyor hepsi. Yeni bir güne seninle uyanmak, hayata bağlıyor insanı. Her şey bu kadar basit işte..."

Dedi.

Evet, böyleydim. Sabahlar güzeldi bana. Her ne yaşanırsa yaşansın öncesinde, farketmez, yine doğardı güneş.

Basitti.

Basitim. Rutinlerden ibaretim. Kimine göre sıkıcıyım, kimine göre huzurun tanımı. Kendime göreyse... Başkasına verdiğim huzuru, yaşama sevincini, mutluluğu kendim bulamıyorum. Belki de mutsuzluktan dertten sıkıntıdan besleniyorum, güç alıyorum...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Benim Gözümden @Brüksel

Düzen. Yalnızlık. Sararmış yapraklar ve kıyafetin uyumu; doğa ve insanın bütünlüğü.

21 Ekim 2012 Pazar

Rakı Şişesinde mi Şarap Kadehinde mi Olmalı Balık

Huzur ve mutlululuğun memleketi Göcek'teyiz yine. Herrr gittiğimizde koşup terastaki yerimizi kaptığımız Lotis değil ama bu sefer mekan. Çarşının içindeki caddede, küçük bir şarap butiği-barı. Bu şarap barı olayı son dönemde girdi sanırım gece hayatına, şarap evi kavramı vardı Pano vs gibi ama ne bileyim, tıklım tıkış anlamsız yerler... Genç yaşımda rahibeliğe ilerliyorum hadi hayırlısı :)

Grape Wine. Minnacık. Jazz-lounge müzik. Çoğunlukla yerli şaraplar bulunduruyorlar, hatta bir çoğunun adını bile ilk kez duyacaksınız. İşletmeciler, orta yaşlı bir çift; amca İngiliz sanırım, İngilizce konuşan İngilizdir mantığıyla =) Karnınız aç mı gittiniz, hiiiç problem değil, istediğiniz yerden sipariş verin. Ya da bizim gibi yapın, zeytinyağı, ekmek, peynir isteyin; komşu esnaftan pıtır pıtır toparlansın hepsi ve afiyetle yiyin.

Önce, güleryüzle karşılıyor sizi İngiliz beyefendi. Nasıl bir şeyler içmek istediğinizi soruyor, önerileri var. Rose istedik biz, biraz aromalı birşeyler olsun dedik; minik tadım kadehleri ve şişeler geldi hemen. Şu an hiiiiç hatırlamadığım birşeyler seçtim =)) Hiç de fena değildi. Fiyatları da gayet makul, gidip Migrostan bir şişe lal almaktan farksız. Aşağıda fotoğraflarda göreceksiniz, zaten küçük bir dükkan, önündeki masalar sigara içenler için ideal. Gayet de hareketli bir akşamdı, giden gelen bar kısmında takılan.


Bunu seviyorum işte, bir devinim bi hareket var ama acele bağrış çağrış gürültü yok. Sokak önü masa olayı beni cezbetti yine; anlamsız, boş oturup yoldan geçen insanları köpekleri izlemek, yıldızlara bakmak, deriiin deriiin nefes almak, düşünmek.

Yolunuz düşerse o taraflara, uğrayın. Akşam güzel güzel demlenin.

9 Ekim 2012 Salı

Soguk

Ic anadolunun sogugunda, ekim ayinda inatla disarida oturmayi, sokaklarda saatlerce yurumeyi, yururken uzuuuun sohbetlerde kaybolup gitmeyi, titreyerek sigara icmeyi ozlemisim...
@sensus eskisehir

7 Eylül 2012 Cuma

Bugun benim dogum gunum

Her ne kadar gonderilen cicekler, gelen telefonlar, mailler, sevildigimi iliklerime kadar hissettirse de bana...
Bazen yalniz uyumadigim geceleri ozluyorum.
Iyi ki dogdum mu? Bilmem...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Uçan Kara Balık

Bucket Listimde bir satırın daha üstünü çizdim bu haftasonu :) Yok yok, öyle bir listem yok zaten.
Sadece yapmak istediklerim var. Eh, önümde de bir engel olmayınca... Hoooppp süzüldüm Babadağ'dan Ölüdeniz'e. Evet, bildiniz, yamaç paraşütü.

Nasıl bir özgürlük, nasıl bir güzellik...
Manzara ve doğal güzellik kısmı ayrı.
Adrenalini ayrı.

Lykia World Ölüdeniz'in içinde otel müşterilerine hizmet veren Escape ile uçtuk biz.
Gayet profesyoneller.Bu tarz işleri yapanların genel profili animatörlerle apaçiler arasında gider gelir ya, ııh hiç öyle değil. Gayet cool ;)

Sabah buluştuk Ölüdeniz'de, pilotlar ve pokemonlar şeklinde. Toplandık, minibüsle çıkmaya başladık Babadağ'a. Epey sürüyor yol, tahminen 45 dk. Çıkarken aşağıdaki manzaraya baktıkça waoo oaow sesleini çıkarmamak elde değil. Atlayışın yapılacağı piste gelince o nidalar, yerini "çok yüksek değil mi burası kaç m hocam" tribine bırakıyor. Evet, sordum, öğrendim. 1.800 m. deyiz.

Derken, paraşütünü ve çekirgesini alan, diziliyor sıraya. Bebekleri anne babanın kucağında tutmaya yarayan askılı bir zımbırtı var ya. Hıh, o sırttan takılıyor. Önde kemerler bağlı, kafada kask. Geliyoruz uçurumun kenarına. Tandem. İkili yani, pilot arkada, yolcu önde. Amcanın biri kemerleri kontrol ediyor. Kısaca anlatıyor bak şimdi böyle koşcaksın vs vs. Bir kiiii üç... Zaten öyle koşmaya gerek kalmıyor, ikinci adımda ayaklar kesiliyor yerden. Tamamen havalanınca dizler karına doğru çekilerek o bahsettiğim bebek şeysi gibi kısma oturuluyor. Sonraaaaa kuşlar kadar özgürsünnn =))) Düşme değil, süzülme hali. Evet çok yüksek. Çok huzurlu. Çok güzel. Çok düşünmelik. Çok rüzgar. Çok doğa.

Yükseklik ve doğa korkusu minimum olan ben, dağın başında uçmadan önce bir anlığına ne yapıyorum demedim değil. Ama artık çok geçti :) Veee havalanınca. En ufak bir korku ya da tedirginlik hissetmedim. Eğer yeterince rahatsanız, biraz uçtuktan sonra pilotunuz "3 5 hareket yapalım mı babe" diyor. Yapalım tabi. Hareket de, spin. Kendi eksenimiz etrafında dönüyoruz. Bana sorarsan deli hızlı. Rüzgardan suratımın derisi sıyrılacak sandım. Çok hızlı... Sandım ben =)) Pilotum, bunun 3-4 katı hızla da dönülebileceğini söyledi; sustum :) En adrenalinli an bu, söyleyeyim.

Manzara muazzan. İnsan, doğaya hükmedebildiği yanılsamasını yaşıyor kısa bir süre de olsa. Sadece rüzgarın sesi. Sadece rüzgarın dokunuşu. Her zaman orada olanı, bambaşka bir açıdan görmek. Bir jr photographer olarak, hocamı saygıyla anmak isterim bu noktada. 2 derste, Yıldız Parkı'nda demişti ki kendisi: "İyi foto için, farklı açıdan görmeyi öğrenmelisin. Kedi seninle aynı açıdan görmez. Fare de. Köpek de. Farklı açıdan bak." Ben de kuş açısından baktım hocam =)) Fotoğraf çekemedim. Buraya koyduklarım pilot tarafından çeklenler. Uçuş sırasında elinden düşer boynumdan kayar cebimden çıkar endişesi yaşamak istemedim, aynı zamanda foto çekebilmek için anı kaçırmayı da...

"ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum"




Merak edenler için, ne giyilir, ne hazırlık yapılır, yanınıza ne alınır? Rahat kıyafetler ve spor ayakkabı olay. Yanınıza telefon cüzdan foto mak vs alabilirsiniz küçük fermuarlı bir çantada. Cepler müsaitse o da olur. Ben bir tek kendimi ve araba anahtarını aldım yanıma, anahtar cebimde güvenle indi karaya. Kendiniz fotoğraf çekebilirsiniz, en kötü ihtimal elinizden kayıp denize düşer alet :) Onun dışında, düşünmemek lazım, düz gidip atlayacaksın. Ben önceki akşam içtiğim mojitoların etkisiyle uçurumun kenarına gelene kadar hiç birşey düşünemedim mesela :) Yükselik korkunuz varsa ya da orta kulak-dengeyle ilgili bir probleminiz varsa sıkıntı olabilir belki, dikkat.

Aklınızın bir köşesinde, ya yapsam nasıl olur düşüncesi varsa, yapın :)

1 Temmuz 2012 Pazar

Everyday Is Like Sunday

Yaklaşık bir ay kadar önce, işten güçten bunalan küçükkarabalık, bulunduğu yerden kaçmak, beynini dinlendirmek, gezmek görmek istedi. Veee, nazının geçtiği bir kurban seçti kendisine. Kurban da şikayetçi değildi herhalde kkb ile bir pazar geçirecek olmaktan.

Kara şimşeğe binildi, Cumalıkızık'a gidildi. Saat daha erken ya, şehirli istilasına tam olarak uğramamıştı köy. Önce bir kahvaltı gerekti; bir konak seçildi. Adı köy kahvaltısı, bildiğin normal Türk kahvaltısı, zeytin peynir reçel gözleme. Ekmek taze, çay sıcak, peynir çeşitli, reçel evde yapılmış; mis.

Sonra, taşlarla döşeli daracık sokaklardaki gezinti başladı. Bahar aylarında Uludağ'da eriyen karların suları akarmış taş sokaklardan. Evler de taş, 2-3 katlı. Taburesini atmış kapının önüne örgü örüyor teyzem, sabah yaptığı ekmeklerine alıcı arıyor bir başkası. Hayat güzel... Kırmızı traktör. Emektar. Çalışmanın, üretmenin ağırlığı var üzerinde. Her şey o kadar doğal o kadar sakin ki. Ben de böyle duruyorum bazen. Modern zamanlarda uydurulan boş zamanları değerlendirme saçmalığından kurtuluyorum. "arbeit macht frei" zihniyetinin...

Reçeller, ekmekler... Ah evime gidebilsem de alsam hepsinden; hatta ekmeği alsam, reçeli yeni toplanmış ahudududan kendim yapsam. En güzel kahvaltı evde yapılan kahvaltıdır. Hazırlaması ayrı keyiftir, yemesi ayrı. Masada sevdiklerin de olmalı bazı bazı. Yalnızken ayrı keyifli, birlikteyken ayrı. Bir de üstüne kahve sigara... İnsana en çok zevk veren şeyler, en ilkel dürtüleriyle, iç güdüleriyle yaptıkları.

Gezildi dolaşıldı, dönüş zamanı artık. Yavaş yavaş kalabalık başlıyor, pazar uykusundan uyanan bünyeler, geliyor akın akın. Bazen hoşuma gidiyor kalabalık, insanları izliyorum, hemen bir senaryo yazıyorum kafamda onların hayatına dair. Birbirleri ile olan ilişkilerini anlamaya çalışıyorum. Vücut diliyle verdikleri mesajları. Ama çoğunlukla, dinginlik benim aradığım.

Devam ediyoruz. İstikamet Tirilye. Denizin kıyısında, sakin huzurlu bir yaşam. Gezilecek çok fazla bir yeri yok. Eh, acıkmışız da. Taş mektepin yanında, kadın eli değdiği belli olan bir cafe-restoran, Bakır Sahan, girmezsem görmezsem yemezsem aklım kalır. Tahmininde yanılmıyorum, kadınlar tarafından işletilen bir mekandayız. Eskinin kıymetini bilmişler, eski konsollardan sandıklara, bakır tepsilerden ibriklere ne var ne yok kullanmışlar dekorasyonda. Duvarda siyah beyaz eski fotoğraflar. Ortamın güzelliğine, hoş havasına, sunum servis yemeklerin mükemmelliği de ekleniyor. Ev yapımı limonata, eskiden babanne evlerinde bulunan, üzerine bardak kapatılmış karaflarda geliyor. Dondurmalı irmik helvası, anneminkinin dondurmasızı. Mantı güzel, o yöreye özgü tavuklu mantı ayrı güzel. Tirilye'de balıkçıya gidilir herhalde denilir de, olmadı öğlen bakır sahan, akşam balıkçı yaparsınız.


Öğle sıcağını atlattıktan sonra deniz kenarına gidiyor kkb. Gün batımına kadar orada kalıyor, güneş ufukta alçaldıkça, keşmekeşe dönmenin sıkıntısı kaplıyor içini. Şanslı çok, bir kez daha "hayat güzeldir" dediği bir haftasonu geçirdi. Nice güzel haftasonlarına...


28 Haziran 2012 Perşembe

Herkes herkessiz


"Bir gün tanışacağız, arkadaşlığımızın arkadaşlık düzeyinde kalmayacağını bilerek arkadaş olacağız, sonra sevgili. Bir ay, altı ay, üç yıl. Sonra ben, bir akşam ya da sabah ya da gece yarısı, henüz sen beni terk etmemişsen tabii, herhangi bir neden belirtmeden çekip gideceğim. Çünkü veda konuşmalarını beceremem. Becerebilseydim altı sene önce evlenmiş olurdum. Nasıl ayrılacağımı tahayyül edemediğim için evlenemedim. Ama bu ayrı bir konu. (Ve sana –bir cümleye “ve” ile başlamanın ona ilahi bir ton kattığını Jonathan Safran Foer’den öğrenerek kullanmaya karar verdiğimi de belirtmek isterim– erkek dünyasının tam kalbinden bir tavsiye, bu tarz dostane veda konuşmalarını becerebilen adamlardan uzak dur lütfen. Onlar bir gece uyanıp seni kıtır kıtır kesebilecek kadar kendine güveni yerinde adamlardır. Onlar en düşmanca hislerini bile dostane biçimde ifade edebilen gerçek erkeklerdir, onlar ergen değildir. Ece Temelkuran ne güzel kadın.) Her neyse. Ve sen kendini bok gibi hissedeceksin. Haklı olarak. Ve üzüleceksin. Ve sen üzüldüğün için ben de üzüleceğim. Ama bunu çaktırmayacağım. Ve sen benim taş kalpli ve vicdansız biri olduğumu düşüneceksin. Götün önde gideni olduğumu düşüneceksin. Bu düşüncelerini bir terbiye süzgecinden geçirip smslere dökeceksin. Ve ben onları okurken şöyle düşüneceğim, “Sanırım ben bu dünyaya insanların kalbini kırmak için geldim.” Sonra bir gece saat ikide, alkollüyken telefon açıp bağıra çağıra dökeceksin içindeki bütün zehri. Ama benim kafam o an yazdığım şeyin zehriyle dolu olduğundan senin zehrinden etkilenmeyeceğim ve diyeceğim ki, “Yarın akşamüstü bir kahve içmeye ne dersin?” Ve sen de diyeceksin ki, “Yarın akşamüstü gelip seni bıçaklamama ne dersin bencil piç? Bip bip bip biiiip…”  Her neyse. Dışarıda kahve içmekten nefret ederim zaten, evde yeterince içiyorum. Kahve içelim dememin nedeni, bira içip duygusallaştıktan sonra aynı döngüye tekrar başlamaktan korkuyor olmam. Sonuçta bir gün, o kahveyi barış içinde içeceğiz, havadan sudan konuşacağız, herkesin herkessiz yapabileceğini bildiğimizden (Tezer Özlü ne güzel kadın); kendimizle, o ana kadar ki bütün aptallıklarımızla dalga geçebileceğiz ve en sonunda, “Ne güzel böyle, bunu her zaman yapalım,” diyeceğiz. Masaya gelen, donmuş sümüğü üst dudağına yapışık çocuktan selpak ve bu işi sadece hayır için yaptığını iddia eden adamdan tükenmez kalem alacağız. Selpak mı kalem mi diye soracağım. Tabii ki de kalemi seçeceksin. Sonra aramızdaki sessiz anlaşmaya uyarak, bir daha bu kahve faslını hiç tekrarlamayacağımızı bilerek, ayrı yönlere gideceğiz."

Emrah Serbes

27 Haziran 2012 Çarşamba

Kucuk Seyler

Doganin mucizelerinden yalnizca biri: sari kiraz. Sebzenin meyvenin pazardan alindigi, misss gibi koktugu, 'organik' kelimesinin anlamini bilmedigim zamanlari hatirlatir.

22 Mayıs 2012 Salı

Suç ve Ceza

Themis: Adalet tanrıçası.
Elinde kılıcı ve terazisiyle gözleri bağlı bir kadın.
Gözleri görmez tarafları, bağımsızdır bu yüzden.
Terazi adalet; kılıç ise cezaya denk.
***
Deve misali, "neresi doğru ki" güzel ülkemin, adalet sistemi de eğridir elbet. Bir tarafa dönersiniz yargının bağımsızlığına siyasi müdahaleden, yığın yığın dosyalardan dem vurulur; diğer tarafa dönersiniz... Yüreğiniz burkulur, mideniz almaz, öfkeniz kabarır tecavüzcülerin salıverildiği bir memlekette gençlerin darağacına gönderilmesini, boynundaki poşu yüzünden hayatının akışı değişenleri, gözaltında yitip gidenleri.

Koskoca dünyayı algılamaya çalıştığım kendi küçük beynimle, kalbimle, biliyorum ki zor adaleti sağlamak. İşim nedeniyle ucundan kıyısından bulaştığım suç-ceza denkleminin ne kadar karmaşık olduğunu iliklerime kadar hissediyorum.

Peki sayın hakimler, savcılar, avukatlar... Sizin kalbinizdeki ağrı geçiyor mu şu ya da bu nedenle orantısız, hakedilmemiş bir cezaya hükmedilince?

18 Mayıs 2012 Cuma

Anadoludan Gorunum

Bu vaatlerle geldim....



Odadaki terlikleri gorunce "abla ayakyolu disarida, al bu da ibrik" diyecekler sandim...
Bu aksam tum cesaretimi toplayip, banyoyu kullanacagim :)



6 Mayıs 2012 Pazar

27 Nisan 2012 Cuma

Kucuk Seyler

Deniz kenarinda, cicek acmis agaclarin golgesinde, martilari izleyerek yenilen bir ogle yemeginin ardindan is yerime dondugumde masamda sade turk kahvesinin yaninda olanca cekiciligi ile uyuyan fistikli cikolata bulmam.

7 Nisan 2012 Cumartesi

11 Ocak 2012 Çarşamba

Biriktirin

Koleksiyoner değilim.

Amaaa benim için anlamı olan her şeyi saklamakta çocukluğumdan beri çok başarılıyım. Eşyalara anlam yükleme konusundaki takıntımla bağlantılı olsa gerek. Kıyafetler, takılar, kalemler, defterler, oyuncaklar, bazen bir kağıt parçası, bazen de bir ağacın dalı çiçeğin yaprağı, formalar, fotoğraflar, gazete sayfaları :)

En son bir ay kadar önce "baba evi"ne gittiğimde şöyyyyle bir döktüm sandıktakileri. İlk sevgilimin kendi el yazısıyla yazılmış sevimli bir kartpostal. Anadolu lisesindeki mektup arkadaşım hintli lalmuanawminin adresinin yazılı olduğu kağıt ve mektuplar(mektupların arasında Lal ve 9 kardeşinin fotosu :D) Maçlara çıkmadan önce antrenörümüzün-ki kendisi senseimdi tüm ilk gençlik yıllarım boyunca- hazırlattığı hedef tabloları ve onlara verdiği feedbackler(Ah ferdoş ah ne eleştirel ne sert ne katıymışsın bana karşı! Boşuna sayko olmamışım) Bolca defter sayfalarının arasında kurumuş dal çiçek yaprak. İlkokul arkadaşlarımın bana doğumgünü hediyesi üzerinde kolsuz tshirtlü Tarkan fotoları olan kartlar =)) Kızlarla yüksel ya da karanfilden, birörnek aldığımız bileklik-bilezik. İlkokul defterlerim, sayfaları renkli kalemlerle süslü. Bebeklik hırkam. Abimin sünnetinde giydiğim elbisem. Arkadaşlarla içkiiçmenin olağanüstü bir durum olduğu yaşlardaki şarap gecelerinden kalma şişe mantarları.

Bana kötü şeyler hatırlatanlar da var. Görünce canımı acıtanlar. Bazen onlardan kurtulmak için çok kuvvetli bir istek duyuyorum; tabi sonuç çoğunlukla hüsran. Mutluluk kadar acı ve üzüntü de benim parçam. Atamıyorum. Bir bileklik, bir oyuncak bebek "nev jr".

En vurucu olanlarsa günlüklerim. Hatta onlardan uzak kalmaya dayanamadım aldım İstnabul'a getirdim. Okuyorum ara ara. Bazen gülüyorum çocukluğuma toyluğuma. Bazen de şaşırıyorum olgunluğuma metanetime. İyi ki yazmışım diyorum iyi ki...

22.6.1999-"Artık doğumgünlerinde bira içiyoruz" yazmışım. 14 yaş için ne kadar mühim düşünsenize. Alkolle tek ilişkim, evde rakı-mangal yapılırken amca ve babamın çocuklar bizden öğrensin içmeyi politikası doğrultusunda "götürrr yeğenim" diye uzatılan rakı bardağından alınan yudumlardan ibaret. Eh büyüyoruz ve merak ediyoruz. Özeniyoruz kendi iradesiyle alkol tüketebilen abilere ablalara. Ne yapıyoruz o zaman? Arkadaş doğumgünlerine giderken-ki koşullar uygun, anne evden kovulmuş- markete uğrayıp bira alıyoruz. Yaş küçük de, o zamanlar 18 yaş altına "napıyon yiğenim" diyen yok. Yüzümüzden de belli temiz çocuklarız. Rahaaatt rahat alıp biraları gidiyoruz toplanacağımız eve. Önce biraz muhabbet geyik eğlence. Ne zaman ki pasta börek faslına geçiliyor, heyecan başlıyor. Görmemiş gibi hemen biralara saldırmıyoruz. Önce biraz yiyelim, kola içelim. Sonra... İçtiğimiz de adam başı yarım hadi bilemedin 1 şişe-kutu bira. Ama şenliği görmelisin. Taaa o zamandan, ileride kızlardan hangilerinin ilgi çekmeyi ve şovu sevdiği, hangisinin ürkek bir kadın olacağı, hangisinin erkek tavlama alanında hiiiç ama hiiiç yeteneği bulunmadığı ortada aslında =))

16.10.2000-"Herkesin çok sevdiği, yanlışlıklarını görmezden geldiği birileri vardır". Bayılıyorum böyle beylik laflarıma :) Hiç akıllanmamışım hala söylüyorum böyle şeyler. Çoğunlukla doğru ama...

7.11.2001- "Artık hayatımda bazı şeylerin önem sırası değişiyor." 16 yaşındayım, dikkat :) Kimbilir kaç kez söyledim ben bunu şu ana kadar.

Arada okuduğum kitaplardan, dinlediğim şarkılardan alıntılar da var. Buket Uzuner, İki Yeşil Susamuru'ndan almışım şu bölümü:
"Oysa benimle olacak erkeğin, yüreği enine boyuna gelişmiş; kahkahasının beyaz özgürlüğü gözyaşının tuzlu emeğiyle hakedilmiş olmalıydı"
Hahahhaha. İşte buna güldüm. Hayatıma giren erkekleri düşündüm de.

Vıııııııııııınnnn... Biraz zaman geçsin, büyüyeyim...

22.12.2004- "Bir şeyi bir kez yaşadı mı, keyif almaya başladı mı, özgürlüğün tadını bir kez aldı mı, yok, hayatta iflah olmaz insan.""Hikayeleri olmalı insanların" Nasıl, büyüdüğüm belli değil mi :) Üniversiye yılları. Kendi ayaklarımın üzerinde durduğum, kendi hayatımı kurduğum günlerin hayaliyle yaşıyorum. Eh o kadar da uzak değilmiş. O zaman dediklerime katılıyorum.

Böyle...