24 Haziran 2009 Çarşamba

İş-Güç

Çalışmaktan değil kesinlikle ama; çalışıp işe yaramamaktan nefret ediyorum!!!
Tüm gün bilgisayar karşısında; bu saatte hala işte; sonuç? Evet, istediğim hayatı sürebilmeme olanak sağlayan bir ücret alıyorum burada olmanın karşılığında; bir çoğundan çok daha şanslıyım bu anlamda. Ötesi yok ama. Hiç işe yarar hissetmiyorum kendimi. Bir şey üretmiyorum. Kimseye bir faydam dokunmuyor. "Evet, bunu da ben yaptım" diyebileceğim hiç birşey yok. Okul biterken, ne olacağım, ne yapacağım kaygısı yaşarken her işin böyle olduğunu söylemişti çok sevdiğim bir hocam; dünya üzerinde zekamı ya da becerilerimi gösterebileceğim, yaparken gerçekten zevk alacağım çok az nitelikli iş olduğundan bahsetmişti. Haklı olduğunu görmeye başladım, benimle birlikte iş hayatına atılan arkadaşlarıma bakıyorum, aynı durumdayız. Belki rahatlatıcı bir durum herkesin benim gibi olduğunu bilmek. Ama belki de... Akademisyen olsaydım, ya da doktor, yazar olsam yine aynı şeyleri mi hissederim acaba? Denemeden bilinmez ki... Ne yazık ki o kadar cesur değilim ben; en azından şimdilik. Ya da yeterince bunalmadım, sıkılmadım henüz. Bilmiyorum...
İstanbul'da ya da Ankara'dayken çok sıradan bir etkinlik olsa da, şu anda sevdiklerimde bir cafede ya da evde kahve içip muhabbet etmeye o kadar çok ihtiyacım var ki; ama bir o kadar da uzağım bunu yapmaya...

21 Haziran 2009 Pazar

Elbistan'dayım. 3 hafta oldu.

Anadolu'nun bir ilçesini ilk kez gören, koyun sütünden midesi bulanan, inek görünce heyecanlanan şehirli kadın modeli olmadığımdan çok garip gelmedi tabi. Sandığımdan büyük bir yer. Benim 30.000 nüfuslu bir ilçede doğduğum düşünülürse 80.000 nüfuslu, Malatya ve Maraş'a uzak ve dağlarla çevrili olduğu için "il yapsan yapılır" bir konumu olan Elbistan'ın hakkını vermek lazım. Güneşin toprağa ulaşmak için dağ ile çarpıştığı bir yer...


Buraya daha girişte kuyumcu ve galerilerin çokluğu dikkat çekiyor. Tabi sebep kuyum ve değerli taş sektörünün gelişmiş olması ve otomotive olan talep değil elbette... Sosyo ekonomik değerlendirme yapılacak bir yer değil bu blog ama şu kadarını söyleyeyim, Güneydoğu gibi(burası ne Güneydoğu, ne Akdeniz özellikleri taşıyor) aşiret ilişkileri olmasa da burada da yurtdışı bağlantılı zenginler ve kendi yağında kavrulan çiftçi-besiciler diye ikiye ayrılabilir halk. Yurtdışı bağlantılı olanların ise legal işlerle zengin olmadığını benim söylemem gerekmez...

Gelelim gezme görme kısmına... İlk haftasonumuz müthiş dolu geçti bu anlamda. Cumartesi araba kiraladık yakın çevreden başladık geziye. Öncelikle Eshab-ı Kehf...Eshab-ı Kehf, yedi uyurlar hikayeleri internette bolca geziniyor, yozlaşmışlığın kötülüğün tavan yaptığı dönemde hristiyanlığı yaymaya çalışan amcalar sevilmiyor, ilahi güç de onları korumak için uyutuyor. Tarsus'ta mı burada mı uyudukları konusu muamma, ama konu mahkemeye intikal etmiş ve yargı kararıyla bizimki asıl Eshab-ı Kehf olmuş :)) Dışardan görünüş restore edilmiş cami-kilise karışımı. İçeride ise asıl uyudukları kısım bulunuyor, bir mağara ve su birikintisi. Anlatımdan anlayacağınız üzeri beni hiç etkilemedi. Çok inançlı olmasam da gerçekten tarihi önemi ve mimari güzelliği olan camilerden, kiliselerden, sinagoglardan etkilenen biri olarak burası bana çok sönük geldi. Bu taraflara yol düşerse bir uğranılabilir.

Sıradaki durağımız çok daha ilgi çekici: Termik Santral... Zaten buraları hepimiz Afşin-Elbistan termik santrali sayesinde coğrafya kitaplarından öğrenmedik mi? Şu anda A ve B üniteleri olmak üzere 2 ayrı santralde üretim yapılıyor. Biz daha yeni olan ikinciyi gezdik. Termik santralin çalışma sistemini biliyorsunuzdur, toz haline getirilen kömür fuel-oille yakılıyor, çıkan enerji suyu buhara çevirmede kullanılıyor. Yoğun ve basınçlı buhar tribünleri çeviriyor ve elektrik enerjisi üretiliyor. Ne kolay anlattım değil mi? Eee tabi bu yanma sobada olmuyor, buhar da çaydanlıktan çıkan buhar değil, olağanüstü büyük aletler var, insan kendini kurgusal bir yerde, film setinde gibi hissediyor. Fotoğrafta gördüğünüz sobamsı şey, kömürlerin yandıktan sonra közlerinin döküldüğü kısım, ki oraya bile şu küçük pencereden bakınca alev topları görüyorsunuz. 2. fotoğraf da su ve buhar kazanlarını gösteriyor. O yukarıdan çıkan şey duman değil buhar :)

Termik santal öyle ha deyince gezilecek turistik bir yer değil nasıl gezdiniz derseniz, buraya çok sık dışarıdan birileri gelmediği için kapıdaki güvenlikçilerden rica edince yardımcı olup gezdiriyorlar ellerinden geldiğince gezilmesi mümkün olan kısımları.
Gezdik, gördük, bir de öğrendik ki 3. ve 4. üniteler yapılacakmış, ihale aşamasındaymış; sevindik, bu bölgeye istihdam sağlaması açısından. Peki dedik, bu hava kirliliği ne olacak, özellikle kışın? Meğer kirlilik yaratan yalnızca ilk yapılan A ünitesiymiş gerekli filtre sistemi olmadığı için, yenilerde öyle bir problem yokmuş, eskisine sistemi uygulamak da yeni santral kurmak kadar pahalıymış. Büyük ihtimalle yeniler yapılınca emektar santral devreden çıkarılacak, hava kirliliği azalacak...

Santral gezdik ama yetmedi, kömür havzasını da bir görelim dedik. Baba mesleği dolayısıyla açık-kapalı kömür ocakları konusunda az da olsa bilgi sahibiyim de, buranın büyüklüğü dillere destan, görmemek olmaz. Gidiyoruz TKİ nin işletmesine. Orada da sağolsun 26 yıllık güvenlik görevlisi Yaşar Abi gönüllü oluyor bizi gezdirmeye. Atlıyoruz arabaya, önce elektronik-teknik işlerin yürütüldüğü binaya götürüyor bizi. Mühendisler, teknisyenler sahada çalışan aletleri eskiden nasıl manuel izlediklerini, şimdi bilgisayardan nasıl en küçük problemi yakalayabildiklerini anlatıyorlar. Teşekkür edip, kömürün ortasına atıyoruz kendimizi... Asıl kömürün çıkarıldığı ve bantlı sistemlerle merkeze aktarıldığı noktadayız. Rüzgar kömür tozuna bularken bizi, dünaynın en büyük iş makinesi bager i görüyoruz. Üzerine çıkma teklifini hiç geri çevirir miyiz? Bu arada bager-kazıcı dediğim şey 400 metrekare alan kaplayan, 50-60 m yüksekliğinde legolardan yapılmış gibi bir alet. En üstteki operatörün kabinine kadar çıkıyoruz. İnsan hayatında bir kez görür böyle bir alet :)
Aşağı indiğimizde kapkarayız ama mutluyuz, kolay mı bagere çıkmak :)




Kömür havzasından çıktık, idareten bir temizlendik. Açlıktan ölüyoruz, onu dışında gezmemize engel bir durum yok... Sıra Darende'de, Günpınar Şelalesi'nin methini duyduk.

Dağların etrafından, uçurumların kenarından varıyoruz şelaleye. Yolda serpiştiren yağmur sağanağa dönüşüyor, neyse ki şelalenin etrafı piknik alanı ve kapalı ahşap bir evde yemek yiyebiliyorsunuz. Hemen oturuyoruz yer sofrasına, menü sac kavurma ve üstüne kiremitte alabalık; salata, ayran ve pide eşliğinde. Ya balıklar küçük, ya biz çok açız, iyi ki sac kavurma da yemişiz önden. Küçük ama gayet lezzetli balıklar.


Karnımız doydu, şimdi daha anlamlı şelale:) Dağdan çıkan gürül gürül buz gibi kaynak suyu. Dağlık bölgelerin çoğunda olur zaten bu bereket, Toroslarda, Munzurda... Serin dağ havası iyi geliyor, suyun çevresinde biraz geziniyoruz. Ortalık kalabalık, buranın en popüler piknik mekanlarından birindeyiz ne de olsa...

Günü burada bitiriyoruz, artık dönüş yolundayız. Herkes yoruldu, çıt çıkmıyor kimseden. Daha bu işin pazarı var, dinlenmek lazım.

Ben bile anlatırken yoruldum, pazar günü neler yaptık sonra anlatacağım.

İnsan en çok neye ihtiyaç duyar şu hayatta...

Yalnız hissederim ben kendimi çoğu zaman...Benden başka kimse bilmez, tümüyle anlamaz kırmızı rugan ayakkabılarımın bana ne ifade ettiğini, neden mutlu olduğumu, neden mutsuz olduğumu, neden sustuğumu, o filmde neden ağladığımı, neden durup dururken sinirlendiğimi, hırçınlaştığımı... Bilirim kendi kendime yarattığımı bu ıssızlığı; ben kapatmışımdır kapılarımı dış dünyaya. Severim böyle olmayı, güçlü hissederim kendini, hayatımdaki her şeyin tek sorumlusu olmak hoşuma gider. Severim sevmesine de, insan bazen dinlenmeyi istiyor hayatta, sırtını güvendiği bir yere yaslayıp soluklanmayı...Kimse yargılamasın istiyor yaptıklarını, sevilmek için varlığı yeterli olsun istiyor. İşte o zamanlarda diyorum ki:
"İyi ki varsın Babacım"
Dünya üzerinde beni hiç birşey beklemeden seven, sevecek olan, varlığımla mutlu olan, beni her gördüğünde gözlerinin içi gülen koca yürekli adam... Artık dizinin dibindeki küçük kızın olmasam da, biliyorum ki sen her zaman yanımdasın; ne zaman yorulsam, sıkılsam, bunalsam; sadece ve sadece sevgiye, elimi sıkıca tutacak birine ihtiyacım olsa yanımda olacaksın.

Babalar gününüz kutlu olsun :))