23 Ekim 2011 Pazar

Hamam Sefasından Arta Kalan

İnsanın sadece fiziken değil ruhen de arındığı bir ritüel içimi sıkan beynimi kurcalayan her şey akıp gidiyor beyaz sabun köpükleriyle birlikte sadece su sesi ve sabun kokusu biriktirilen güzel hatıralar geçiyor aklımdan çocukluğum geçiyor ne kadar kolay ve güzeldi her şey en kötü anda iki damla gözyaşı dökülürdü gözlerimden ve beni kucaklayan sıcak kollarda sona ererdi can sıkıcı anlar büyüyünce öyle olmuyor tabi ama yine de büyüdük ve kirlendi dünya diyemiyorum hala çok güzel hala çok temiz aynı duruyor sadece biz daha yalnızız daha kendimiziz ve eskisi kadar kolay değil katıksız sevmek ve sevilmek belki de kolay bilmiyorum şair demiş ki unutma sevdiğin kadar sevilirsin ama bunun ölçüsü yok bir kere hem de her zaman öyle olmuyor işte yaşayınca öğreniyor insan ah işte evet yaşamak ve öğrenmek hayat denilen şey bundan ibaret değil mi zaten ve insan her ne kadar canını acıtan şeyler yaşadığında yeter bitsin artık dese de her şeyin her zaman yolunda gitmesini dilese de karşıtıyla var güzellikler ve hüzünle acıyla var mutluluk en çok da yaralarından öğreniyor insan onlar olgunlaştırıyor bedeni ruhu zamanla mücadele etmek başetmek üstesinden gelmek konusunda ustalaşıyor insan kendisi oluyor ve en umutsuz zamanlarında bile içtiği kahvenin kendisine gülen bir çift gözün sabahın erken saatlerinde duyduğu bir günaydının içten bir kucaklamanın kıymetini bilmeyi öğreniyor

7 Ekim 2011 Cuma

Ücretli Çalışan Statüsüne Geçtiğimden Beri Cumaları Seviyorum

İnsanın gündüz gece çılgınca yiyip içip gezebileceği, tüm gün evde pijamasının kollarını sündürerek yatışabileceği, göl deniz çayır çimende doğayla bütünleşip stres atabileceği ve hatta üstüne bir de spor yaparsa tüm hafta bilgisayar karşısında ofis sandalyesinde oturmaktan deforme olan totosuyla kangren olan bacaklarını iyiyleştirebileceği, benim gibi mutfakla arası iyi olanların evdeki mis yemek, pasta, börek kokularıyla kendinden geçebileceği, ille de sanat diyenlerin bienal senin sinema benim sergi onun takılabileceği, hafta içi internetten okunmak zorunda kalınan gazetelerin hatmedilip üstüne bir de gece yatmadan ele alınıp o yorgunlukla 5 sayfa okunup bırakılan kitapların keyifle okunabileceği...
İki günün başlangıcı.






6 Ekim 2011 Perşembe

"Modern" Hukuk Sisteminde Suçluyu Cezalandırmak Mümkün Olmuyorsa, Bir Geri Dönüş Yaşanmalı İlkel Çağlara

"Henüz 13 yaşındayken 28 kişinin cinsel istismarına maruz kalan Mardinli N. Ç'ye yargıtaydan kötü haber geldi.
Aralarında asker ve devlet memurlarının da olduğu 28 sanıklı dava, 7 yılın ardından karar bağlandı.
Ancak Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi kararı alırken küçük kızın alıkonulmadığına ve her şeyin farkında olduğuna hükmetti.
Böylece sanıklar en alt sınırdan cezalandırıldı. İyi hal indirimi de uygulanan sanıklar 20 ayla 6 yıl arasında değişen hapis cezası aldı. Küçük kızın avukatları kararı temyize gönderdi.
Fakat dosyayı inceleyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 14. Ceza Dairesi’ne gönderdiği yazıda yerel mahkemenin kararının onanması yönünde fikir bildirdi." (ntvmsnbc)

1 Ekim 2011 Cumartesi

Potpuri

-Zaman hızlı geçiyor. 1 yaş daha büyüdüm. 30u geçince 1 sene daha yaşlandım diyeceğim.

-Tatilin kısası makbulmüş gerçekten. Tek başına tatil yapılabilir bir şeymiş. Teknolojiden, kalabalıktan, büyük şehirden uzak; doğaya yakın olmak insana iyi gelirmiş.

-Murathan Mungan ne müthiş bir adam!!! Böyle yoğun, dolu ama aynı zamanda akıcı bir anlatım... Paranın Cinleri ile tanıdım kendisini, sonra Yaz Geçer geldi. Eh, bunları okuduktan sonra durmak mümkün değildi, Lal Masallar, Üç Aynalı Kırk Oda, Yüksek Topuklar, Mahmud ile Yezida, Soğuk Büfe, Kadınlığın 21 Hikayesi... diye gider benim okuduklarım. Şimdi de Şairin Romanı'nı okuyorum. Sanki son yıllarda yazdıklarındansa, 2000 öncesi olanları daha çok sever gibiyim. Yine de Şairin Romanı müthiş gidiyor, kurgu etkileyici.
Geçenlerde Yekta Kopan'a konuktu Murathan Mungan. Jehan Barbur diye müzisyen bir hatun da vardı. Ne alaka 2si diyeceksiniz; kızcağız MM hayranı ve hikayesi MM ile karşılaşmasıyla başlıyor. Zor günler geçirdiği, umutsuz olduğu bir dönem; İstiklal'de yakından takip ettiği ve hayranı olduğu Mungan ile karşılaşıyor, veee olaylar gelişiyor. Böyle "fairytale" hikayeler çok yalan gelir bana da, bu sefer etkilendim.

-Bana en sevdiğin yazar, kitap sorusunu yöneltseler cevabım yok. Türk yazarlardan, Oğuz Atay'ı, Yaşar Kemal'i, Murathan Mungan'ı, İhsan Oktay Anar'ı söylerim herhalde. Yabancılarda Oscar Wilde başı çeker, Tolstoy ve Dostoyevski denilebilir fazlaca klasik olsa da. Virginia Woolf belki. Neyse, kendimizi top-10 listelerine sıkıştırmaya gerek yok değil mi, mutlaka biz iz bırakıyor zaten okunanlar izlenenler dinlenenler.

-Abant'tayım şu anda. Daha önce de gelmiş ama kalmamıştım. Göl ve orman. Sabah güneş doğarken, ormanda ağaçların arasından sisler yükseliyor. Otel göl kenarında, ormanın içinde, böyle üçgen mimarili bir bina. Uzaktan çikolata ev sanılabilir. Ellerinde ekmek kırıntıları Hansel ve Gretel çıkacakmış gibi. Hafta içi en fazla akşam göl kenarında birazcık yürüyüş yapabildim. Ama bugün ve yarını affetmem =)) Otelden bisikletleri kapıp ormana atacağız kendimizi. Hatta at binme şansımız da var. Bakacağız...

Edit:Steinbeck ve Kundera'yı nasıl unutmuşum...