27 Eylül 2013 Cuma

Çocukluk


Etrafında olan biten herşeyi hayretle izlediğin,
Dondurmayı, dünyanın en ulaşılmaz ve lezzetli yiyeceği zannettiğin,
Henüz kötülük görmemiş gözlerinin pırıl pırıl parladığı
dönemdir.

24 Eylül 2013 Salı

Hikaye

-Kış, soğuk, karanlık. Zor. Aşılması gereken bir engel gibi. Yaz, ağustos böceklerinin mevsimi. Tembelliğin aylaklığın mevsimi. Şımarıkların mevsimi. İlkbahar başlangıç, tazelik, iyilik güzellik de... Çabucak geçiyor. Arada kalmış öyle. Sonbahar? Hüzünlü, olgun, duru, dingin. En sevdiğim ay eylül geldi de geçiyor bile.

-Bir orada bir burada geçince günler, geceler, insan ara sıra gidebildiği kendi evini yabancılıyor. Otel değil ev kokuyor bir kere. Televizyonu açıyorsun, kumandada ses ve kanal tuşlarını bulmak için 30 sn bakman gerekiyor. Sonra... Kettle'a su koyup kahveni yapıyorsun, üstünü değiştiriyorsun o arada, mumlarını yakıp balkonun camını açıyorsun, koltuğa oturup ayaklarını topluyorsun, sigaranı yakıyorsun. Eveeeet burası benim evim =))

-Ütü yapmaktan hastalıklı bir zevk alıyorum. Hayattaki pürüzleri düzeltmek de bu kadar kolay olsa keşke.

-Murat Menteş, Alper Canıgüz, Emrah Serbes. Hastalarıyım (en çok Emrah Serbes'in :D)Ve diğer afili filintaların da. Menteş'le daha geç tanıştım. Soruşturmalar sırasında Sherlock okuyordum, kitabım bitti, gece 12 den 3e uyuyabilmek için yatakta dönüp dururken birşeyler okumaya ihtiyacım vardı. Dublörün Dilemması kanıma girdi. Hemen peşine Korkma Ben Varım. Bu arada köşe yazılarını da takip etmeye başladım Murat Menteş'in. Ruhi Mücerret'i heyecanla bekledim, yeni okuyabildim. Diğer kitapların heyecanına sürükleyiciliğine yetişememiş maalesef. Sonlara doğru evet tempo yükseldi yine. Ama vasat bir bitiş oldu. Bilemiyorum belki çıta çok yüksek olduğundan. Bende, aceleye gelmiş hissi uyandırdı.

-Bir şarkıya, şarkıcıya, gruba takılıyorum. Ve sıkılmadan sürekli dinleyebiliyorum. Benimle, arabamın sağ koltuğunda yolculuk yapanı bayıyorum :) Yeni takıntım:


7 Eylül 2013 Cumartesi

Muhasebe

Çarkta koşup duran hamster hissimin en üst noktasına ulaşmış halde giriyorum yeni yaşıma.

Dünya için, kendim için ne yaptım diyorum; eften püften cevapların ötesine geçemiyorum. Dünya için derken, bir Einstein, Mandela anlamında değil tabi, kendi çapımda, elimden geldiğince :)

Son 3 yıldır TEGV gönüllüsü olmaya çalışıyorum, ama bir türlü toplantılara katılıp evrak işlerini halledemediğim için olamıyorum.

Bir okula, kütüphaneye bağışlamak için ayırdığım kitaplar 8 aydır koliyle depoda bekliyor.

"Üretiyorum" hissimi harekete geçiren fotoğrafçılıkta, çaylaklığın bir adım ötesine gidemiyorum o manevi değeri maddi değerinin 5 katı olan makinemi alıp yollara düşemediğimden.

Ormanda koşmaya başladım, bedenimin yorgunluğu ruhuma ilaç olsun diye. 4 pazar sabahı kalktım koştum, o mutlulukla oturdum pazar kahvaltısının başına. Sonra... Zaman bulamadım.

Okunacak kitaplar listesi 3er 5er artarken birer birer eksiltmeye çalışıyorum; biriktikçe birikiyor. Üzerine bir şeyler okumak, daha derin öğrenmek istediğim ne varsa... Google a yazarken buluyorum kendimi :(

Neden? Tembelliğimden ya da boşvermişliğimden mi? Değil. Gerçekten değil. Çalışmaktan. Günümün 9 saatini değil, 12 saatini işime adamaktan. Şikayet ediyorum zaman zaman. Ama bu yüzden kimseyi hiç bir şeyi suçlayamam. Benim tercihim. Benim bedelim. Hastalıklı bir şekilde keyif de alıyorum bu işi yapmaktan. Zaten bir gün bu hazzı almadığımda... Giderim.

Buraya kadar olanlar, eksiler hanesi. Gelelim güzelliklere... Son 1 yılda:

Yeni evime taşındım. Kendimce kişilikli ve sıcak olduğunu düşündüğüm barınağımda hoş sohbetli kahvaltılarda, ellerimle yaptığım yemeklerle donattığım akşam yemeklerinde buluştum arkadaşlarımla, ailemle.

Kariyerimdeki önemli engellerden birini aştım. Hem de asgari standartları sağlayarak değil; başarılı bir şekilde.

Sevdiğim, değer verdiğim herkesin iyi ve kötü günlerinde yanlarında olmaya çalıştım; ilgimi, sevgimi hissetsinler istedim. Umarım başarmışımdır.

Datça'da rüya gibi 2 gün geçirdim, plastik şezlonglarla bangır bangır müzik sesi yükselen hoparlörlerin olmadığı bir diyarda hayatımda gördüğüm en berrak denize girdim, sabahları bahçeden badem topladım, akşam televizyon olmayan bir köy evinde radyo dinleyerek şarap içtim.

Çok bunaldığım yoğun bir dönemden sonra, kış soğuğunda, ufak bir çantayla Belçika'ya gittim. Elimde harita, sabahtan akşama sokaklarda gezindim, gördüğüm her müzeye girdim, çikolatacıların vitrinlerine yapıştım, taaa oralardan buraya çeşit çeşit kahve taşıdım. Memlekette ortama uyum sağlamak için arada sırada içtiğim biranın, envayi çeşidini gördüm, tattım.

Kan verdim ameliyat olacak bir hastaya. Aslında dünyaya küçük bir katkı sağlamışım :)

Yeni yaşımda ne yapacağım? Göreceğiz. Hayat, düz bir yol değil, önümüze çıkan güzelliklere ve engellere göre bazen düz bazen sapa yollara giriyoruz, öylece arkamızda iz bırakıyoruz.

Melankoliğim yine. Küçük bir Anadolu kasabasındayım. Otel odasında. Yalnız. Neyse ki deniz, şarap ve sigara var :) Melankoli için şartlar tamam.

Son sözü, Turgut Uyar'ın. Anlamsız bir ortalama.