15 Ocak 2015 Perşembe

Bazı(Çoğu?) Hikayeler Acıklıdır

Artık sadece soğan doğrarken ağlayabiliyorum. Canım sıkıldığında, canım acıdığında, canım çaresiz kaldığında, canım üzüldüğünde... Değil. Okuldan eve giden elele tutuşmuş iki kardeş gördüğümde, dünyanın bir yerlerinde bir çocuk öldüğünde, hastalıktan gregor samsa gibi yatakta debelenip de doğrulamadığımda, aklım hep kötü şeylere kayıp da bir sigara yaktığımda ağlayan beni, özlüyorum. İçimi nasırlaştıran ne onu da bilmiyorum. Dersen ki, ağlanacak halin yok pek keyiflisin o vakit. Değilim. Hiç değilim. Sanırım içten gülüşlerimi gözyaşlarımdan daha önce kaybettim.
***
Cuma gecesiydi telefonum çaldığında. Çaldığında derken, telefonumu hep sesi ve titreşimi kapalı tuttuğumdan, birisinin beni aradığını o anda görebilmem, telefonun ışığını fark etmeme bağlı. Dedim ya gece. Fark ettim. İyi bir şey olamazdı o saatte. Hele arayan babamsa. Alişan amcamız ölmüştü. Yaşlıydı, hastaydı. Ama ölüm hep zamansızdı. Dedemin gençliğinin ve yetişkinliğinin, babamın tüm hayatının, benim çocukluğumun bir parçasıydı. 70 senelik aile dostuydu. Gitmesek de görmesek de orada olandı, 10 sene görmese 11. yılda bizleri kurban olayım diyerek kucaklayandı.

Cumartesi öğlen, baştan ayağa siyahlara bürünmüş halde, yağmur altında, kiliseye doğru yürüdüm. Girişte taziyeleri kabul eden ailenin karşısında... Kaldım. Hepsi tanıdıktı, hepsi yakındı. Zaman geçiyordu ve acımasızdı. O saçları bembeyaz olmuş, gözlüklü adam Kudret Abi miydi? Ya yanındaki omuzları çökmüş olan, en küçükleri, Deniz mi? Gözlerim çocukluk arkadaşımı, Onur'u arıyordu, ama seçemiyordum, hangisiydi? Hep çocuk kalmıyorduk ya... Beyaz saçlı gözlüklü adam, adımın sonuna eklediği sahiplik belirten o m harfiyle, bana doğru yürüdü. Sarıldık. Ağlıyordu, yitip giden babasıydı. Ben allak bullaktım, yitirdiğim geçmişten bir parçaydı, bulduğumsa sevgi, sıcaklık, yıllara ve mesafelere direnen bir samimiyet. Göz pınarlarımdaki yaşları tutabiliyordum hala. Yağmurdan ıslanmış ve dağılmış saçlarımı geriye atarak, "Onur" dedim, ortaya, tanıyamadığımdan. Elimi tuttu, "sen beni tanımadın" dedi. "Ama ben seni tanımaz mıyım? Girdiğin an tanıdım. Aynı bakıyorsun.". Yağmur hızlandı, rüzgar sertleşti, ve film koptu.
***
İç anadolunun bir ilçesinde, tüm kardeşlerin anne baba gelin damat cümbür cemaat bir arada yaşadığı kerpiç bir evde dünyaya gelmek. Görme engelli bir babanın oğlu olarak. Evde hep kavga dövüş, aile içinde geçimsizlikler işte. Üstelik bir de gayrimüslim olmanın zorlukları; "müslüman" mahallesinde. Maddi sıkıntılar, her evde. Hep sessiz hep sakin, hep ara bulucu, bacak kadar boyuyla."R"leri söyleyememek, aynı benim küçüklüğümde söyleyemediğim gibi. Derken, annenin, kardeşini de alarak evi terk etmesi. Evi derken; eşini ve eşinin ailesini bir taraf koy, oğlunu. O günden sonra babanın gözü, dedenin babaannenin, halanın eli ayağı, kuzenlerinin ağabeyi ve sağda solda ihtiyaç duyan herkesin desteği olmak. Bu yüzden, erken büyümek, hep hüzünlü bakmak, daha kısa pantolonla mahalledeki boş arsada patlak topla maç yapmaya çalıştığımız yaşta.

Onur.
***  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder