12 Şubat 2016 Cuma

Dev Böcek Samsa

Herkes gibi, her şey gibi değişiyorum. Yürüyorum, huzursuzum, soruyorum. Aslında debeleniyorum. Bir süredir daha başıma buyruk; daha hesapsız. Hep bir olmamışlık duygusuyla. Hayat böyle bir şey sanırım. Sabah güneşinin vurduğu yatağında gülümseyerek başladığın güne içinde yaşadığın toplumdan utanç duyup buralardan kaçma isteğiyle yanıp tutuşarak devam etmek, gün içerisinde iş güç koşturmacasıyla aklından geçenleri askıya almak ve çalışmak, hep çalışmak her şeyi unutmak istercesine, akşam olup eve dönünce kişisel muhasebeye girişmek kendi kendini kanırtarak.
***
30umda, yavaş yavaş öğreniyorum, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmeyi, kendime zaman ayırabilmeyi, durmayı, soluklanmayı.

Yogaya başladım. Şu an iş nedeniyle sekteye uğrasa da.

Geçtiğimiz yaz başında, bir pazar günü evde oyalanırken... Kalakaldım. Belim. Hareket edemiyorum zaten de, nefes alamıyorum o ne olacak? Hmmm evet bel fıtığımdan dedim, ikiye bükülmüş halde ağrı kesici ve kas gevşetici kutularını aldım ve kendimi yatağın üzerine yuvarladım. 1,2,5,7 gün derken, tam 1 ayı, günde yarım paket ağrı kesici, 2-3 kas gevşetici içip, voltaren patchlerle birlik olarak geçirdim. O 1 ayı şöyle tarif edeyim, sabah uyanıyorum, yatağın kenarına kadar sürünüp kendimi yere yuvarlıyorum, banyoya ulaşıp sıcak suyun altında kalıyorum biraz. Sonrası ilaçlanma ve giyinme faslı. Evet en zoru çorap giymek. İlaçların etkisiyle araba kullanabilecek kıvama gelince işe gidiş. Sandalyene yapış ve mümkün olduğunca yerinden kımıldama. Gerekli her şey max 20 cm ötende olmalı, uzanmak diye bir şey yok. Patron seslenir de yerinden fırlamak gerekirse, kalkış ve oturuşlar sandalyenin kollarına yüklenerek. Bırak yemek yapmayı alışverişi, eve su bile alacak durumda değilim, sağ olsunlar migros sanal market ve yemek sepeti var. Evet 1 ay. Bu 1 ayın sonlarında, ilk kez insan yüzü göreceğim, Levent abilere gittim. Dehşete kapıldılar pek tabi, doktora gittin mi sorusuna hayır diyince de Levent abi telefonunu kaptığı gibi bir doktor randevusu aldı bana. Kim kiminle nerede ne zaman bilmiyorum, salı gel dedi.

Gittim randevumuza. Çok başarılı çok tanınan beyin cerrahı bir profesör doktorumuz. Korkmadım çekinmedim değil. Ne bileyim, doç ve prof unvanlı tıp doktorları genellikle sümüklü böcek gibi davranırlar ya insana. Kendisini tanıyınca bu düşüncemden utandım tabi; nitelikli insanların tevazu sahibi olmaları değerlerine değer katıyor.

Önce MRımı gösterdim, derdimi anlattım. Dinledi, baktı. Muayeneye geçtik. Eğil, uzan, it, çek. Hiç biri olmuyor. Ölüyorum. Kolumu 30 cm ötedeki cisme uzatamıyorum. Derken... O hocam itti çekti, sarstı... Şimdi kalk ayağa dedi. Aman allahım, kalktım. Uzan dedi, aaaaa yok artık, uzanabiliyorum ileriye? Manipülasyonmuş o tedavi yönteminin adı. Türk filmlerindeki görüyorummm görüyorummm nidalarıyla masa başına geçtik.

O çok dingin, huzurlu, bilge haliyle doktorum, sorunun o minik bel fığımdan kaynaklanmadığını, stres sıkıntı kaynaklı olduğunu söyledi. Ve, bu yaşta bunu yapma kendine, değerini bil ruhunun bedeninin, kendine iyi gelecek bir şeyler yap dedi.

Ertesi sabah çalışmaya başlamadan hemen bir gugıl... Aynı akşam Cihangir Yogadayım. Yogayla ilişkim de, 20 senedir yoga-meditasyon-reikiyle ilgilenen can dostumla "ehieheiheih o ne ya ehiheihi" diye dalga geçmek seviyesinde. Gittim, üye oldum, hangi derslere girebileceğimi öğrendim. E isterseniz buyrun başlayın dediler. İlk dersin yin yogaydı. Durağanlığı nedeniyle pek sevilmiyor anladığım kadarıyla da, benim ihtiyacım olan durmakmış besbelli. Sonraki dönemde haftada 2, bazen 3, yin ağırlıklı olmak üzere başlangıç seviye derslere devam ettim.

Herkesin deneyimi kendine bu konularda. Benimkini sorarsanız, matımı alıp gidip derse gireyim, çıkıp huzurla eve döneyim kafasıyla, 10 numara. Huzur buldum. Kazandığım esneklik de bonusu. İdi. Yaz dönemi bitince, insanlar tatilden dönünce dersler çok kalabalıklaştı ve fiziksel yetersizlikler rahatsız edici olmaya başladı. Kimsenin ayağı kafama çarpsın istemiyorum ben. Ya da herkes üşüyor diye havalandırma noktaları kapalı tutulan bir çadırda solunan havadaki buharın nasıl yoğunlaştığını görmek istemiyorum. Yine de istanbulda olsam devam ederdim sanırım, en esnek saatlerde en çeşitli ders seçeneği orada, üstüne dersine girdiğim tüm hocalarla ilgili izlenimim pozitif benim.

Şu anda iş nedeniyle ankaradayım ve akşam saatlerinde(ankarada hayat 18:00da bitiyor net) gidebileceğim bir yer bulursam devam edeceğim. Koşuyorum ya ben çok düzenli olmasa da. O bana çok iyi geliyor ya. Kalan eksikliği de yoga dolduruyor, günlük hayatın stresinden uzaklaşma konusunda koşunun eksik bıraktıklarını tamamlıyor.

Dedim ya, öğreniyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder