30 Ocak 2011 Pazar

Pazar

Can Dündar'ın kaleminden, çok eskilerden bir yazı:

30.04.1995
Bavulları hep toplu durmalı insanın... Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...Yalnızlığa alışmalı...
* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına..."Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne... Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..." Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan... Yollarla barışmalı... Yalnızlığa alışmalı...

21 Ocak 2011 Cuma

Ne Dinliyorum

Pazar günleri annemin bizi çitileyerek yıkayıp, akşam da Bizimkiler eşliğinde ütü yaptığı, Susam Sokağındaki kurabiye canavarının idolümüz olduğu yıllarda müzik demek, babannemin radyosunda tıngırdayan TRT fm nağmeleri ya da babamın İstanbul'dan aldığı, çoğunlukla doldurma kasetler demek o zamanlar. Yıllar sonra farkediyorum aslında o kaset stoğunun ne kadar değerli albümlerden oluştuğunu. Karışık doldurulanların arasında benim en sevdiğim, ilk gençlik yıllarında da bolca dinlediğim "nostalji" var mesela, "alla beni pulla beni"den "arapsaçı"na tüm türkçe pop efsaneleri o kasette... "Aşk Yeniden", yine en sevdiklerimden, pembe turuncu bir kapağı var, o zamanlar ne bileyim tabi aşkı-şu anda da "bildiğim" tartışılır-, dış görünüşü cezbediyor beni. Bir de "pencere önü çiçeği" var, çekme kaset. Çok dinleyemesem de, her seferinde beni rahatsız eden, kalbimi sıkıştıran birşeyler var bu albümde; yoruyor beni, ama yine de dinliyorum, bilmiyorum 20 yıl sonra da her Bülent Ortaçgil albümünde aynı duyguyu yaşayacağımı. Zaman geçiyor, ben büyüyorum, farklı müzik türleriyle tanışıyorum; eski şarkılara olan bağlılığım hiç azalmıyor.
***
Bülent Ortaçgil'in son albümü Sen'den "acıtır"ı dinlerken bunları düşündüm.

...Hoşgeldin değil, hoşçakal acıtır
Yudum yudum biriktirmişiz
Ve biri çarpıp dökmüşse...

***
Kasetlere ne mi oldu? Bir taşınma sırasında saklandıkları poşetten yere döküldüler, sıcaktan erimiş şekli değişmiş olanlar, bağırsakları(bantları yani) dışarı çıkmış olanlar, benim dinlenilmeyecek kadar kıro bulduklarım çöpe atıldılar. Nostalji ve Aşk Yeniden halen duruyor.

20 Ocak 2011 Perşembe

Bağlantı Yok

Nefes almak, hala hayatta olduğumu algılayabilmek için tutunacak bir şeyler arıyorum. Canım sıkılıyor, bunalıyorum. Olumlu düşüncenin gücüne inanmak istiyorum!
Bu aralar neler beni dünyaya bağladı...
*İlk kez kucağıma aldığım miniminnacık bebişin koynumda uyuyakalması.
*Trafikte açlıktan ölürken torpido gözünden çıkan brownie intense.
*Kuğulu Parktaki kuğu (evet anlamsız göründü, Ankaralı mode on desem?)
*Sıcacık bir ortamdan dışarı çıkınca yüze çarpan soğuk hava. (tokat gibi, "buradasın, kendine gel" diyor insana)
*Kapalı alanda rakı içerken yanında sigara da tüttürebilmek.
*Okuduğum kitabın sonlarına yaklaştığımı görmek.
*Oyuncak bebeğim N'junior'ın gerçek olduğu varsayımıyla, onunla konuşmanın, uyumanın yalnızlığımı hafifletmesi.

***

Kendimi yeryüzündeki her türlü hengamenin, koşturmacanın ortasında hissederken... Şu aralar, camekanın dışından içeriyi seyrediyor gibiyim.

***

Zaman, her şeyin ilacı mı gerçekten?
Göreceğiz.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Kutup Çizgisi Aşıkları-Los Amantes del Circulo Polar

"Kader" denilen şey gerçek olabilir mi acaba?
Kader değildi bence onlarınki, sadece birbirlerine olan bağlılıklarıydı farklı kutuplar gibi ikisini birbirine çeken.

Son zamanlarda izlediğim en etkileyici filmlerdendi, anlatımı çok farklıydı. "Bilinç akışı" bu tekniğin adı; karakterlerin düşüncelerinin derli toplu aktarılmasını değil, bir bütün olarak tüm düşünsel durumunun yansıtılması olarak tanımlanabilir kısaca. Karakter kendisini anlatır. Bölük pörçük, kopuk ya da saçma gelir kimi zaman. Bizdeki en iyi örneği(benim bilmediğim daha neler var kimbilir, neyse, benim için en iyi) Tutunamayanlar-Oğuz Atay.

İzleyin.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Biraz İktisat

TOBB ETÜ'den Prof. Dr. Serdar Sayan, teknolojideki gelişmeler ve bilgiye erişimin kolaylaşması sonucunda neden çalışma saatlerinin azalmadığı, hobilere ve kendimize ayıracak daha çok zaman yaratılamadığı, bu gelişmelerin istihdamı nasıl etkilediği üzerine bir köşe yazısı yazmış. İlgilenenler buraya.
Yine aynı yazıda, kişi başı milli gelir gibi klasik göstergelerin dışında gelişmişliğin neyle ölçülebileceğine dair önerilere yer vermiş. Benim de özellikle okul dönemlerinde üzerine kafa yorduğum bir mesele olmuştur bu konu. Evet insani gelişmişlik endeksi (HDI) gibi ölçüm methodları var, ancak her zaman gelişime, test edilmeye açık. Çok muğlak, tartışmalı bir mesele bu aslında. Bir kere gelişmişliği, refahı tanımlamak gerekiyor önce. Sonrasında bu kavramların açıklanmasında kullanılabilecek değişkenleri bulmaya geliyor sıra. Net, ölçülebilir, anlamlı... Tüketim*, harcama alışkanlıkları bir gösterge olabilir, eğitim-işsizlik arasında bir ilişki kurulabilir ya da milli eğitimin kalitesi değerlendirilebilir vs.
(*İngiltere'de 1 kişi yılda 500 gram, Türkiye'de ise 1 kişi yılda 100 gram diş macunu tüketiyormuş. Evlerin yüzde 30'unda ise hiç macun bulunmuyormuş. Mesela... =D)

Demem odur ki, arada beyin hücrelerini çalıştıralım... Ha bir de ekonominin yalnızca GSYİH, faiz, borsa, dolardan ibaret olmadığını anlayalım, anlatalım genç dimağlara.