1 Eylül 2015 Salı

Gitmek İyi Geliyor, Her Zaman

Sık sık bahsederdim eskiden burada, gitmekten, yolda olmaktan. Sonra, biraz görev değişikliği etkisiyle, kısmen İstanbul'da olma keyfinden, çokça da rehavetimden çakıldım yerime, ve özledim sırtımdaki, kafamdaki her şeyi geride bırakıp hiç görmediğim bilmediğim sokaklarda gezmeyi; gördüğüm bildiğim sevdiğim yerlerde kahvemi yudumlamayı, yeni insanlar tanımayı. Her zamanki gibi, yine bir yaz tatili planım yoktu, ama planı olan sevdiklerim vardı :)
İzin öncesi son cuma akşamı tabi ki kolay olmadı iş yerinden ayrılmak. O hafta tamamlamam gereken işlerin tamamlandığından emin olmak için 145685225 kontrol yaptım; yapılması gerekenlerle ilgili ekip arkadaşlarıma uzuuuuuun upuzuuuun bir mail hazırladım-hasta olduğumu düşündüklerinden çok takılmadılar- masamı toparladım derken, başkasınca geç bence normal bir saatte eve gittim. Aslında ertesi sabah yola çıkacağım için bavul hazırlamam gerekiyordu ama, kaslarındaki enerji depoları tükendiği için duvara çarpan koşucular gibi, sıfırlanmış hissettim kendimi. Bedensel bitkinliğim üst seviyedeydi zaten de, ya o aklım, zihnim nerelerdeydi bilemiyorum. Yatağımın üzerine kıvrıldım ve huzursuz bir uykunun dehlizlerinde kayboldum.
***
Sabah gün doğarken açtım gözlerimi. Henüz vakit vardı, yola çıkmak için erkendi, normalde kahvaltı yapmadan, üzerine kahvemi içmeden çıkmazdım evden. Canım istemedi bu sefer. Sade ve sadece kahve iyi gelecekti. Önce makinenin düğmesine basıp kahve çekirdeklerini bıraktım akan sıcak suyun altına, sonra kendimi. İyi geldi. 15 dakika sonra ruh ve beden bir araya geldi.

Bir haftalık tatilde ihtiyaç duyulacak minimum eşyayı toparlayıp bir bavula koymam kısa sürdü. İstanbul'un yaz sezonu kalabalığında havaalanına ulaşmam arabama park yeri bulmam ve uçağa binmem ise oldukça uzun. Ne kadar çokuz, kalabalığız bu şehirde. Karınca yuvalarından fırlayan siyah çizgiler gibiyiz. O karınca kalabalığından ben de bir yol bulup koltuğuma yerleşmeyi başardım işte. Arkama yaslandım, ve kafamdaki her bir düşünceyi bir haftalığına katlayıp kenara koymaya çalıştım. Kindleımı çıkardım çantamdan, iyi ki önceki akşam bir kaç kitap atmıştım içine, düne kalsa kitapsız mı gidecektim tatile? Neler vardı içinde? Hemingway, kitap kulübü okuması için; Soren Kierkegaard, varoluşumda kaybolduğumdan; plajda okumalık diye aldığım ve muhtemelen okumayacağım bir Yekta Kopan kitabı ve son olarak ben bunu nasıl kaçırmışım dediğim bir Kundera yapıtı: Yaşam Başka Yerde. Yaşam-Başka Yerde. Yaşam. Evet. Çevir sayfaları...

Hastalıklı bir anne oğul ilişkisi. OImayan, olamayan kadın erkek birliktelikleri. Zor sevişmeler. Resim, şiir, sanat, ruh. Ve hepsinin arka planında savaş sonrası Çekoslavakya; karşısında durduğu faşizm ile aynı çizgide ilerleyen, bireyi ezen bir düzen. Hangi haleti ruhiye ile, hangi zamanda okursan ona göre bir yerinden yakalar ya seni hikaye. Hastalıklı ilişkiler kısmı darmadağın etti beni. İnsanın hassas olan yeri acıyor işte.
***
Uçaktan inmek için toparlanırken okuduklarımın sarsıntısını da tıkıştırdım çantama. En sevdiklerim gülerken görmeliydi beni. (Miydi? Ah hep bu şartlanmalarımdı belki beni yoran... Bıraksaydım ya kendimi?) Ve o buluşma anı. Önce abim. İçim, kalbim. Sonra Derinim. Minik balığım yaşama bağlanma sebebim. Abiyle derinin yüzündeki gülücüklerin mimarı Yulanım. Annem. Babam. Koşulsuz sevgi, her daim. Sonrası... Sabahları bebek gülüşleriyle uyanmak güne, ona gösterdiğin her güzelliği kendin de yeniden keşfetmek, çiçekleri, limon ağaçlarını, kedi yavrularını. Sonra berrak sulara bırakmak kendini, bırakmak, sadece dalgaların sesini duymak, güneşin dokunuşunu hissetmek yalnızca. Akşamları herkes erkenden çekilince odalarına uzandığın hamakta cırcır böceği şarkıları eşliğinde kitap okumak; bir an soluklanmak için başını kaldırdığında aslında gökyüzünün ne kadar ışıltılı ayın ne kadar parlak olduğunu fark etmek.
***
Tatilin ilk yarısı böyle geçti işte. Kısa mı? Değil. Tam dozunda. Hep güzel hatırlanacak.
***
İkinci yarı nasıldı peki? Daha "ben"di. Evin küçük kızı rolünde değildim bu sefer. Hiç bir rolde değildim. Yargılamadığım sorgulanmadığım paylaştığım eğlendiğim hüzünlendiğim dostlar arasındaydım. Bendim. Sabahları erkenden egenin serin sularına attık kendimizi, doğanın bize sunduğu temiz havanın taze incirin kokulu pembe domateslerin deniz balıklarının tadına vardık, rakılı akşam sofralarında efkar dağıttık.
***
İyi geldi. Biraz olsun dinlendim, soluklandım. Kitap mı? Bitti.Aklımın, duygularımın, mantığımın, vicdanımın çelişkisi derinleşti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder